Reklamı Kapat
Anasayfa > Söyleşiler > Korku Filmlerinin Vazgeçilmez Görüntü Yönetmeni: David Armstrong
Korku Filmlerinin Vazgeçilmez Görüntü Yönetmeni: David Armstrong
20.07.2019 12:57

Özel Marmara Anadolu Meslek Lisesi mezunlarından Özlem Altıngöz, sinema eğitimi için gittiği New York Film Akademisi’nin öğretim görevlilerinden, 2004 yılından bu güne yedi versiyonu çekilen ve ülkemizde de gösterime giren “Testere” (Saw) filminin görüntü yönetmeni David Armstrong ile “görüntü yönetmenliği” ve “korku filmleri” üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.

Özlem Altıngöz: Fotoğrafçılığa olan ilginiz daha genç yaşlarınızdan beri görülebiliyordu. Bir görüntü yönetmeni olmak istediğinizi nasıl anladınız?

David Armstrong: Kendimi bildim bileli elimde hep bir kamera olmuştur. 1950’li yılların sonunda büyükbabamın eski bir Fox Alman fotoğraf makinesi vardı. Ben daha sekiz dokuz yaşlarındayken çevremde gördüğüm her şeyin fotoğrafını çekiyor ve daha sonra gidip bunları; “yakın fotoğraf, geniş fotoğraf, doğa, insanlar, hareketli arabalar” olarak basıyordum. Elimde her zaman bir fotoğraf makinesi vardı ama o dönem yaşıtlarımın pek yapmadığı bir şey olan 1920’li ve 1930’lu yıllardan kalma siyah beyaz ve sessiz filmleri çokça izliyor ve izlediğim bu filmleri araştırıyordum. Hem sinemayı hem de fotoğrafçılığı sevdiğim için daha çocukken bir gün bir fikir aklıma geldi. Dedim ki; “Ben de film yapmayı deneyebilirim.” Amcam bir seferinde bana bu kadar çok fotoğrafçılık malzemesiyle ne yapacağımı sordu ve ardından da bana iyi bir görüntü yönetmeni olabileceğimi söyledi. Bunun ne anlama geldiğini o zaman bilmiyordum, bu yüzden araştırdım ve fotoğraf çekerek para kazanan insanlar olduğunu gördüm. Fakat gençtim ve her şeyi tam olarak anlayabilecek durumda değildim. Her şey bu şekilde başladı ve liseden sonra üniversiteleri araştırdım. Film yapımı öğreten üniversitelerde ve sadece tecrübe kazanmak için filmlerde bedava çalışmaya başladım ve böyle de devam etti.

Kariyerinizin başında hangi tarzda çalışıyordunuz?

Sinemaya kamera asistanı olarak başladım, üniversite diplomamı görüntü yönetmenliği alanında Kaliforniya Sanat Enstitüsü’nden 1988 yılında aldım ve hemen ardından International Film’e katılarak 1989 yılında kamera asistanı oldum. On yıl boyunca bu pozisyonda çalıştım. Mastırımı on yıl sonra tamamladım. O günlerde bir de yapımcı ile tanıştım ve film kariyerim bu noktada başladı.

Görüntü yönetmenliği kariyerinizi büyük bir kısmı korku filmleri ile alakalı. Bu deneyim kişisel yaşamınızı nasıl etkiledi?

Korku veya zombi filmlerinin büyük bir hayranı değilim, genel olarak iyi hikaye anlatan filmleri severim. Başarılı korku filmleri yaptığımızı düşünürsek, bunun bana kapıyı açtığını ve daha çok filmde görev alabildiğimi söyleyebilirim. Hatta yönetmenliğe bile yöneldim. Bu benim daha önce erişemediğim platformlarda daha fazla rol almamı ve tanınmamı sağladı. Yani korku filmlerinde çalışmış olmam benim profesyonel hayatımı etkiledi ve diğer hayallerimin peşinden koşabilmemi sağladı. Üstelik bir de kitap yazdım ve yayınladım, bu benim ufkumu genişletti.

Bir film üzerinde çalışırken kendi fikirleri, karakterleri ve inanışları olan pek çok insanla iletişim kurmak ve etkileşimde bulunmak durumunda kalıyorsunuz. Diğer çalışanlarla yanlış anlamalardan kaçınmak sizin için zor oldu mu?

İnsanlar arasında yanlış anlaşılmalar her zaman yaşanır. Film endüstrisi senaryo ve ekipmandan ziyade bir takım işidir. Ancak bazıları bunu bir takım çalışması gibi görmüyor, sanki tek başına hareket ediyormuş gibi; “Bu benim filmim, benim fikrim en iyisi.” diyorlar. Oysa bir filmin sonunda akan yazıda yer alan isimler o işin bir tek kişiye ait olmadığını gösteriyor. Eğer sizin ekip arkadaşlarınızla ilişkilerinizde sıkıntı olursa, bu sizin işinize de yansıyacaktır. Bu takım işinde insanın iletişim becerilerini ve karakter özelliklerini geliştirerek diğer insanlarla daha iyi ilişkiler kurması gerekir. Ancak bir yönetmen olarak sert bir diktatör olmanız ve aynı zamanda herkesin sesinin duyulduğunu ve takdir edildiğini de hissettirebilmeniz gerekir. Tartışmalar yapılır ve geride bırakılır. Hataları kabul etmek bir erdemdir ve insanlar bu sayede sizin arkanızda dururlar.

Orijinal adı “Saw” olan ve Türkiye’de “Testere” adıyla vizyona giren filme olan ilginizi hangi faktörler etkiledi?

“Testere” filminin çekimlerinde ilgimi en çok çeken şey kesinlikle kan değildi. Ancak bu filmlerin bu kadar kısa sürede çekilebilmesi, tüm tuzakların kısa sürede kurulması ve fotoğraflama sürecinin mümkün olduğunca hızlı yapılması sinema dünyasında sanki bir tür meydan okumaydı. Bazı sahneler kolay bir şekilde tekrar edilemiyordu, bu yüzden işi bir kerede doğru yapmak neredeyse bir zorunluluktu. İlk “Testere” filminin çekimlerinin ilk 28 gününde dört buçuk milyonluk bir harcama yapılmıştı. O yüzden masrafları minimumda tutmak için tek bir yerde kaldık. Bütün tuzakları fotoğraflıyorduk çünkü birinin kafasını kesmek, birini ikiye bölmek gibi yalnızca tek bir kez çekilebilecek sahneler oluyordu. Bunların fotoğraflanmasını, doğru fotoğraflanmasını ve ilk seferde fotoğraflanmasını sağlamamız gerekiyordu. İzleyenler hatırlayacaktır, örneğin “Testere” filminin final sahnesini tek bir seferde çektik. Testere ayağa kalkıyordu ve bizim bu sahneyi bir kerede çekmemiz şarttı. Eğer başaramasaydık protezleri tekrar birleştirerek yeniden çekmek neredeyse yarım günümüzü alacaktı. Eğer kopan sahte bir bedenin proteziyse, bunu tekrar birleştirmek altı saat sürebiliyordu. Aynı sahneyi ikinci ya da üçüncü kez çekme lüksümüz yoktu, o yüzden de sahneleri ilk seferinde doğru şekilde çekmek zorundaydık.

“Saw”  adlı seri filmde siz görüntü yönetmeni olarak çalıştınız. Peki, “Saw VI” (Testere VI)  adlı film sizin için neden son oldu? 

Ben başka projelerle de ilgileniyordum ve Saw filmlerinde benim kamera operatörüm aynı zamanda iyi bir görüntü yönetmeniydi ve meşaleyi benden devraldı. “Saw VII” filmi serinin son filmi olduğu için 3D olarak çekmesini istedim ve işi ona bıraktım, çünkü o bunu hak etmişti.

Çalışmalarınız dünyanın dört bir yanında çeşitli sergilerin parçaları oldu. Sizin için hangisi kariyerinizde en başarılı olandı?

Benim için sinema sürekli bir yolculuktur ve her geçen gün daha iyi olmayı amaçlarım. Hala mükemmel filmi yapabilmiş değilim ve sonuç olarak kariyerimin en iyi filmi diyebileceğim bir film henüz yok. Zaten daha işe yeni başladığımı söyleyebilirim. Şu anda yönetmen olarak ikinci filmi çektim. 

“Testere” adlı seri filmin her birinde görev aldığım için insanlar bana yönetmenlikle ilgili sorular sormaya başladılar, bu da beni şaşırttı. Yönetmenler farklı olsa da “Testere” filmleri sinematografi için o kadar önemliydi ki. Tek bir film bir insanı başarılı yapabilir mi bilemiyorum ama ilk filmin yönetmeni aynı zamanda yakın arkadaşım James Wan hala başarılı olmak için uğraşıyor. “Testere” onun başarılı olmasında önemli bir film. Ancak onu asıl ateşleyen, on film sonra çektiği “Fast and Furious 7” adlı film oldu. Sinemanın devamlı bir yolculuk olduğunu düşünüyorum. Bazen on yıl önce yaptığım işe bakıyorum ve artık o insan olmadığımı düşünüyorum. Kendime; “Şimdi olsa çok daha farklı yapardım.” diyorum. 

İyi filmler, projenin bir parçası olan insanlar tarafından yapılır. Bunu bir örnekle açıklamak isterim; “Testere 2” filminin başlarında, adamın başında bir kayış ve ameliyatla göz yuvarlaklarının arkasına yerleştirilmiş, bir anahtarın bulunduğu bir sahne var. Anahtarı almak için gözünü kesip açması gerek. Biz bu sahneyi çekip bitirdikten sonra yemek için mola verdik. Yemek arasında ilk kamera asistanım Kevin geldi ve az önce çektiğimiz sahneyle ilgili bir fikri olduğunu söyledi. Gidip tekrar çekip çekemeyeceğini sordu ve ben de gidip çekmesini söyledim. Ne olduğunu sormadım ve kimseye de Kevin’ın iyi bir fikri olduğunu söylemedim. Kevin gitti ve sahte kan ile bir kafa derisi aldı, bu kandan birkaç damla göze sürdü. Sonra yakın çekim merceğini aldı, göz yuvarlaklarını ayarladı ve çekimi öyle yaptı. İzleyenleri yerinden sıçratan o sahne, işte Kevin tarafından yemek arasında ikinci kez çekilen sahnedir. Ben ekibimi desteklediğim için ekibim de beni destekliyor, Kevin’in aklına gelen bir fikri vardı ve bana söyledi. Harika fikirlerin aklınıza ne zaman geleceğini asla bilemezsiniz. Tabii günün sonunda o harika çekim için övgüyü ben aldım, oysa tek yaptığım şey ekibimde yer alan birine güvenip fikrini uygulamasına izin vermekti. Ama eğer insanlar sizi desteklemezlerse o zaman sadece yemek molasına çıkarlar, harika fikirlerini size sunmazlar ve sizin de asla harika fikirleriniz olamaz. Sorunuza dönersek, gerçekten kariyerimin en başarılı filmini henüz çekmedim. 

Film çekimlerinde ışıklandırma büyük bir fark yaratabilir ve çoğu insanın düşündüğünden daha çok beceri gerektirir. Fotoğrafçılar için ışıklandırma ve başlıca özellikleri hakkında bazı öneriler verebilir misiniz? 

Işıklandırma hikayeyi anlatmalıdır, yaptığınız şeyi desteklemeli ve izleyiciye bunun bir parçası olduğu hissini vermelidir. Işıklandırma dünyaya yönetmenin ne açıkladığını anlatmalıdır. Hikayeyi anlatmak bir filmin en önemli unsurudur ve ışıklandırma bunu tamamlamalıdır. İyi bir film, izleyici filmde kaybolduğu zaman ortaya çıkar.

Kişisel yaşantınız çalıştığınız tarzı ve genel olarak kariyer gelişiminizi nasıl etkiledi?

Hala tarzımın ne olduğunu bilmiyorum ama geleneksel hikaye anlatımı ve klasikler hep beni çekmiştir. Klasik film yapımı benim işim diyebilirim.

Adını “Testere” seri filmleri ile duyuran Avusturalyalı James Wan ile çalışma şansınız oldu. Onun hakkında ne düşünüyorsunuz? Birbirinizi anlamak kolay mıydı?

James Wan, harika biri. Onunla okulumu bitirdikten sonra tanıştık ve kısa sürede anlaştık. İlk “Saw” filminden sonra çok az kaynağımız ve finansmanımız vardı. Aslında James’in yapmak istediği pek çok şeyi yapamadık. Çünkü o günlerde ne zamanımız, ne de paramız vardı. Hala yakın bir arkadaşlığımız var ve o harika bir insan.

Dünya sinemasında sizin özellikle takip ettiğiniz yönetmenler kimlerdir? Bir Türk filmini izleme şansınız oldu mu? Türk yönetmenler için bizimle paylaşabileceğiniz şeyler var mı?

Daha önce bir Türk filmi izlemedim, eğer izlediysem de gerçekten farkında değilim.

Sektördeki genç film yapımcılarına verebileceğiniz öneriler nelerdir?

Önce iyi bir insan olmanız gerekiyor. Kaba olmak ve başkalarının önerilerinin dinlemeyi reddetmek doğru değildir,  üstelik bu durum sadece işleri daha da zor kılar.

Benim de öğrencisi olduğum New York Film Akademisi’nde bir eğitmen olmaya nasıl karar verdiniz? Kaç yıldır burada çalışıyorsunuz?

Bir buçuk yıldır buradayım ve burada tanıdığım pek çok insan var. Onlarla kariyerimin ilk günlerinde çalışmaya başladık ve bu okulu gerçekten seviyorum.

Bu güzel söyleşi için size çok teşekkür ediyorum. Filmlerinizi büyük bir keyifle izlemeye devam edeceğiz. 

Ben de size çıktığınız sinema yolculuğunda başarılar diliyorum.

En Çok Okunanlar
Dergi